tag:blogger.com,1999:blog-67326177298792126412023-11-16T09:44:46.092+03:00Kagittan KayikKâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.comBlogger21125tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-11625142749040532662021-03-21T21:07:00.004+03:002021-03-21T21:07:56.806+03:002020'den Öğrendiklerim<p>- Vücudumdaki hormonların değişkenliğinin tüm hayatımı etkilediğini öğrendim.</p><p>- Gluten intoleransım olduğunu, kendimi depresyonda sanmamın asıl sebebinin yediklerim olduğunu öğrendim.</p><p>- Patik örmeyi, ekmek yapmayı öğrendim.</p><p>- Derin bir nefes almanın aslında beni ne kadar iyi hissettirdiğini öğrendim.</p><p>- Coğrafyanın “kader” olduğunu, sanatın ve insanın apolitik olmasının imkansızlığını fark ettim.</p><p>- İlk defa bir kızılgerdan kuşu ve tilki gördüm.</p><p>- Feijoa denilen bir meyve yedim ve hurma pekmezinin yapılışını izledim.</p><p>-Fiziksel olarak benden uzakta olan değer verdiğim her şeyi ve herkesi kaybetme korkum çoğu kez atak geçirmeme sebep oldu. Endişemi dizginleyemediğim ve ağlama nöbetleri geçirdiğim zamanlarda bunu bastırmamayı, bu süreci yaşayarak da atlatabildiğimi fark ettim.</p><p>-Ilk defa şehirden uzakta bir köyde yaşadım, çakalların geceyarısı yükselen seslerini işittim. Sanıldığı gibi tehlikeli değil, oldukça ürkekler.</p><p>-Birçok ağacın yapraklarına bakarak hangi ağaç olduğunu anlamayı öğrendim. Şeftali, taze soğan, nane, maydonoz gibi çoğu meyve ve sebzeyi toprağa ektim, onları büyütmeyi öğrendim.</p><p>- Ukulele çaldım, şarkı söyledim; müziğin üzerimdeki iyileştirici gücüne daha çok tanık oldum.</p><p>- Sürekli bir şey üretemediğim için endişe duymamın yersiz olduğunu anladım. Ormanda yürüyüşler yaparken, hiç görmediğim bir bitkiyi keşfederken, rüzgarın sallandırdığı kızılağaçları seyrederken de bir şeyler ürettiğimi fark ettim.</p><p>- Sevmenin, sevilmenin hayata devam etmek adına en büyük motivasyon kaynağı olduğunu anladım. Ve mutluluğumu da mutsuzluğumu da sanata dönüştürerek sağaltabildiğimi, sindirebildiğimi keşfettim. Sevdiklerime hiç olmadığı kadar çok sarıldım, sarıldım, sarıldım.</p>Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-48134145886946861182021-03-21T20:52:00.006+03:002021-03-21T21:00:38.444+03:00Anlamsızlık Tarihi- Istakozlar eskiden mahkumlara ceza olarak yedirilen değersiz bir deniz ürünüymüş. <div>- “1940'larda erkekler ne kadar çabuk boşaldıklarıyla övünürlerdi, ne kadar uzun süre sevişebildikleriyle değil.” (Adrianne Blue, Metafizikten Erotiğe syf. 73) </div><div>- Kot pantolonlar ilk olarak madenciler için dikilmiş. </div><div>- 20. yüzyılın başında erkek çocuklara pembe, kız çocuklara mavi renkler giydiriliyormuş. Earnshaw Bebek Mağazası’nın 1918 yılında yayınlanan bir gazete reklamında “Erkek çocuklarınıza pembe giydiriniz. Pembe güçlü bir renktir ve erkeklere daha uygundur. Mavi ise daha narin olduğundan kız bebeklere uyar.” yazılıymış. </div><div> - Eskiden sigarayı doktorların tavsiye ettiği reklamlar çekilirmiş. </div><div>- Koşu bandı aslında suçluları ‘terbiye edecek’ bir makine olarak üretilmiş. </div><div><br /></div><div>Örnekler böyle uzar gider. </div><div><br /></div><div> Her şey işte bu kadar hızla değişiyor, zaman geçtikçe amacından sapıp başkalaşıyor. Tarih saf şiddet, öfke ve dogmatizm hikayeleriyle dolu: Engizisyon mahkemeleri, bekaret kemerleri, cadı avı, endüljans, kedilere savaş açan papalar, Jim Crow yasaları, Aktion T4, holokost, trinity test… </div><div><br /></div><div> Tarih asla ders alınacak bir şey değil ve insan asla ders çıkaracak bir varlık değil.
O yüzden tarih kitaplarını, genelgeçer kalıpları, değer yargılarını, gereklilik kiplerini ve insanların doğru-gerçeklerini hayatınızdan çıkarın. Kimseye ‘eski gözleriniz'le bakmayın. Çünkü yaşlı yeryüzü için bizler üzerinden silkinerek atamadığı asalaklarız sadece, “keskin bir anlamsızlık tarihinin içinden sürünerek geçenleriz.” </div><div><br /></div><div>Üstünde durduğumuz toprak altımızdan kayıp giderken, bizim yaptıklarımız, keyif yarışımız, verdiğimiz zarar, bizden çok önce bu topraklarda yaşayan diğer canlılar için bir tür ‘sonradan görme’ halidir.</div>Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-65487503859106198182015-09-13T01:49:00.000+03:002021-03-21T21:02:57.256+03:00Lisa Fischer<div class="post_content clearfix">
<div class="post_content_inner clearfix">
<div class="post_container">
<div class="post_title">
</div>
<div class="post_title">
2013'te çekilen ve en iyi belgesel dalında Oscar kazanan <a href="http://www.imdb.com/title/tt2396566/" target="_blank">20 Feet from Stardom </a>sayesinde tanıdığım harika bir şahsiyeti sizinle tanıştırmaya geldim. Adı <b>Lisa Fischer. </b> </div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<br />
<figure class="tmblr-full" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"></figure><br />
<div class="post_body">
<br />
<figure class="tmblr-full"><img class="" src="https://41.media.tumblr.com/a0cfc34b49b933ce77e86c38eeab3673/tumblr_inline_nufh73uX5m1qd2av8_540.png" /></figure>Fischer,
1 Aralık 1958'de Brooklyn'de doğdu, annesi ev hanımı, babası güvenlik
görevlisi ve depo işçisiydi. Sesinde Mariah Carey, Toni Braxton ve Tina
Turner saklı bu güzel kadın, müzik hayatına vokalist olarak başladı.
Müzik kariyeri boyunca Chaka Khan, Beyonce, Dionne Warwick, Dolly
Parton, Bobby McFerrin, Alicia Keys, Lou Reed, Louie Vega, Aretha
Franklin, Tina Turner ve daha birçok isme vokalistlik yaptı. Fakat
vokalist olmanın ötesinde yetenekleri vardı, güçlü sesini bir enstrüman
gibi kullanması ve kendine özgü yorumuyla diğerlerinden sıyrılan, çekici
bir kadındı Lisa. Bu yetenekleri sayesinde 1991'de Elektra Records'la
anlaşma imzaladı. <br />
<br />
<a href="http://www.imdb.com/title/tt2396566/" target="_blank">20 Feet from Stardom</a> belgeselinde bu konuyla ilgili <i>“Plak anlaşmasının peşinde değildim. Sadece öyle bir anda ortaya çıktı. Yani çok şanslıydım.” </i>demiştir. Plak anlaşmasından sonra 1991 yılında çıkardığı <b>“So Intense” </b>albümüyle de başarıyı yakaladı.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj2psNzSA_2lHOry40drOQlBs8zwNRbFqcv5HSehyphenhyphen776-zzKx7h1Zmi7zbUylCVkGxABAXBsMMbK5XtX02b4B0QqFhYTNMGm1Te5FsgHnVPno4_uJ6WJ9h3sQkhVPPiGfSlQqxwJS5DJWGE/s1600/177432_1_f.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj2psNzSA_2lHOry40drOQlBs8zwNRbFqcv5HSehyphenhyphen776-zzKx7h1Zmi7zbUylCVkGxABAXBsMMbK5XtX02b4B0QqFhYTNMGm1Te5FsgHnVPno4_uJ6WJ9h3sQkhVPPiGfSlQqxwJS5DJWGE/s400/177432_1_f.jpg" width="400" /></a></div>
<br />
<b>How Can I Ease the Pain </b>single'ı R&B listelerinde bir numara oldu:<a href="https://www.youtube.com/watch?v=n4ZyCPhVvvM" target="_blank"> <b>Tık</b></a><b> </b><br />
Ayrıca bu şarkı ona en iyi <i>R&B Kadın Vokal Performansı</i> dalında da Grammy kazandırdı. <br />
Fakat Lisa'nın müziğe dair kariyer egosu yoktu hiç. O, şarkı söylemek için doğmuştu, şan, şöhret peşinde değildi:<b> </b><i>“Bu endüstri kendini sergileyenler, oyun oynamaya istekli olanlar içindir. Bazıları öyle değildir.”</i><b> </b>demişti.<br />
<br />
O sıralarda <b>The Rolling Stones, </b>yeni çıkacakları turneye Lisa'nın da dahil olması için ona teklif götürdüler. Bu konuda Lisa şöyle diyor:<br />
<br />
<i>“O
gece Mick'in nasıl söylediğini duyup belli bir şekilde tepki verdim.
Sanki salonda ikimiz vardık. Garip bi şekilde rahatlatıcıydı.” </i><br />
<br />
Solo kariyer peşinde olmadığı için teklifi kabul ederek The Rolling Stones'la turneye çıkar ve bu kararı, <b>Mick Jagger</b>‘la o günden bugüne dek uzanan bir dostluğun başlamasını sağlar.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEigJFv7NCvabU5IjmqPmWfMGfXIaXBE10axSiHyPnpEF4n5iv4VEAw4V3SNfrgu4fDYHPJMNA9SMDc1f3_vtHErL48NAP6ZA0DNcj9tP8E35xueE4Nt3ee9e0s32WY5KnlH-xwsYZid8yGi/s1600/hqdefault.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEigJFv7NCvabU5IjmqPmWfMGfXIaXBE10axSiHyPnpEF4n5iv4VEAw4V3SNfrgu4fDYHPJMNA9SMDc1f3_vtHErL48NAP6ZA0DNcj9tP8E35xueE4Nt3ee9e0s32WY5KnlH-xwsYZid8yGi/s1600/hqdefault.jpg" /></a></div>
</div>
</div>
<div class="post_container">
<div class="post_body">
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisRwwixGBpWbnR8VlqUdNOu5zTkxvggAuB0FYmSnsEu_MtbjOLjIXaemZaguRvcxVsohU291fSamk6v3raeZkB-E2ERexXuxhCn3_sTeWrrdQk1b5D70kSHQt_GAdDHt3_6F7i3nTM9PWe/s1600/lisa-4.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEisRwwixGBpWbnR8VlqUdNOu5zTkxvggAuB0FYmSnsEu_MtbjOLjIXaemZaguRvcxVsohU291fSamk6v3raeZkB-E2ERexXuxhCn3_sTeWrrdQk1b5D70kSHQt_GAdDHt3_6F7i3nTM9PWe/s1600/lisa-4.jpg" /></a></div>
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
Tamam dostluk demeyelim, çünkü işler biraz karışık.<br />
<br />
Belgeselde Chris Botti, <i>“Lisa inanılmaz derecede çok yönlü. O kadar yetenekli olduğunuzda seçenek kaygısı yaşıyorsunuz. Ne yapsam acaba, yani R&B'de mi kalsam gibi. Sonra telefon çalıyor, arayan Mick Jagger, "Stones'a katıl.”</i> <i>diyor. Bunu reddetmek çok zor bir şey.“</i> der bu konu için. Haksız da sayılmaz.<br />
<br />
Böylece
Lisa Fischer bir numaralı back-up singer olarak kariyerine devam eder.
1989'dan itibaren 25 yıl boyunca The Rolling Stones'un ekibinin
vazgeçilmez ismi olur. Konserlerde Mick Jagger'la birlikte sahnedeki
erotik tavırları ve vokal yeteneklerini sergilediği parçalar,
dinleyicilerin çok hoşuna gider.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-kaGin9iS3YR9pflQMjKo7-s8KWl2C-RrTUXmxcUHRa5CDv-3mS6MJ-JTKTzClHFGVZWupZV4sQYzZ8x2VzLenG93rGEtuQ1fJY56IF_IAnMGhM2_uSKraYViejk340_6bmwM0A8ontKE/s1600/h5-lisagivingmickabrianjones-stockholmjune31995bycardinalestephanie.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh-kaGin9iS3YR9pflQMjKo7-s8KWl2C-RrTUXmxcUHRa5CDv-3mS6MJ-JTKTzClHFGVZWupZV4sQYzZ8x2VzLenG93rGEtuQ1fJY56IF_IAnMGhM2_uSKraYViejk340_6bmwM0A8ontKE/s1600/h5-lisagivingmickabrianjones-stockholmjune31995bycardinalestephanie.jpg" /></a></div>
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<figure class="tmblr-full"></figure>Bunlardan en ünlüsü <b>"Gimme Shelter” </b>performansıdır:<b> <a href="https://www.youtube.com/watch?v=ctrC9FtkmYA" target="_blank">Tık</a></b><br />
Turneden
döndükten sonra Lisa ikinci plak üzerinde çalışmaya başlar ama -belki
de yeteri kadar istemediği için- çalışmalar bir türlü bitmek bitmez.<br />
<br />
Belgeselde bununla ilgili şöyle cevap vermiş:<br />
<br />
<i>“Birisinin
arkasında söylediğinizde durum farklı, bilirsiniz. Çünkü onları mutlu
etmeye, istediklerini vermeye o kadar odaklanıyorsunuz ki. Ama sonra
kendiniz orada olduğunuzda ne istediğinizi ve neyin sizi mutlu edeceğini
bulmak zorunda kalıyorsunuz. …İkinci bir plak üstünde çalışıyordum ve
bilmiyorum uzun sürmüştü, fazla uzundu. Tüm bu insanlar benimle ne
yapacaklarını bilmiyor. Ben de benimle ne yapacağımı bilmiyorum. Bu asla
anlayamadığım şeylerden biri.” </i><br />
<br />
Mick Jagger’ın teklifini
kabul etmeyerek solo kariyer yolunda adım atsaydı muhtemelen bugün çok
daha fazla insan tarafından tanınacak, sevilecek, dinlenecekti.
Araştırdıklarımdan çıkardığım kadarıyla Lisa Fischer’da özel bir şeyler
var. Kendini müzik yapma tutkusu dışındaki her şeyden arındıran, şarkı
söylemek meşguliyetinin her saniyesinden zevk alan, alkışa ihtiyaç
duymayan, kendini müzikle doyuran kadınlardan.<br />
<br />
<i>“Küçük bir
tüysünüz, biri sizi üflüyor, süzülüyorsunuz. Ve düşmüyorsunuz, başınızı
vurmuyorsunuz. Hafifçe iniyorsunuz. İşte ben şarkı söylerken böyle
hissediyorum.”</i> diyen büyülü bir kadın o.<br />
<br />
Sakin ve gözlerden uzak yaşamına devam eden Lisa, 2009'da <b>Tina Turner</b>'ın 50. yıl dönümü için çıktığı turneye katılır. O sıralarda 51 yaşındadır.<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEicDdh234G1b39f4SiwN-6yonx4_vMQBClFd-CucDwFlnywp4dk2Gc7GK5xkldEJuD93n_GbUoxsdfcXFp7oIzthFA5sZHIa4ErD6UKe1PiUUbKZTRcGo5X5nzQIdac6C5lryYB_hoW2FKC/s1600/0ZzQU5S-p0w_zps823df234.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEicDdh234G1b39f4SiwN-6yonx4_vMQBClFd-CucDwFlnywp4dk2Gc7GK5xkldEJuD93n_GbUoxsdfcXFp7oIzthFA5sZHIa4ErD6UKe1PiUUbKZTRcGo5X5nzQIdac6C5lryYB_hoW2FKC/s1600/0ZzQU5S-p0w_zps823df234.jpg" /></a></div>
<br />
<br />
Konserde <i>“It’s Only Rock'n Roll (But I Like It)” </i>parçasında Tina onu sahneye çağırır ve Lisa şarkıyı muhteşem solo performansıyla bitirerek hayran bırakır: <b><a href="https://youtu.be/dNk60MwX_iM?t=58" target="_blank">Tık</a></b><br />
<br />
Aynı yıl eylül ayında ise <b>Sting</b>'in albümünde vokalist olarak şarkı söyler ve konserlerine eşlik eder. Sting onu şöyle anlatıyor: <a href="https://youtu.be/3H5F7wMSXrg?t=66" target="_blank"><b>Tık</b></a><br />
<br />
Daha sonra 2011'de Jazz trompetçi <b>Chris Botti</b>'yle Newport Jazz Festivali'nde ortaya çıkar. Ve ertesi yıllarda da festivale katılmayı sürdürür.<br />
<br />
Yine 2013′te <b>Nine Inch Nails</b>'in Tension turunda vokalistlik yapmıştır.<br />
<br />
Yaptığı
müziğin yanısıra onun düşünceleri ve bakış açısını da kendime yakın
bulduğumdan mı bu kadar hayran kaldım bilmiyorum. Mesela hiç evlilik
yapmaması ve çocuk sahibi olmamasıyla ilgili şu sözlerine bakın:<br />
<br />
<b><i>“Bir
ilişkiye başlarsınız ve bir enerji ortaya çıkar. Mesela evli bir çiftin
odaya girdiğini gördüğünüz anda olduğu gibi. Ayrı ayrı görseniz bile
onları bir arada tutan şeyi hissedersiniz. Bende o hiç olmadı. Bu yüzden
hep herkese aitmişim gibi geldi. Yani kalbimin bir kısmı, kişiliğimin
bir kısmı hep herkese aitti.”</i></b><br />
<br />
Benim de onu tanımamı sağlayan <b>20 Feet from Stardom</b> belgeseli sayesinde artık hem sosyal medyada hem de çeşitli etkinliklerde daha çok
görülmeye başlaması beni sevindirse de onu canlı dinleyebilmenin şimdilik
hayal olduğu gerçeği üzüyor. Yine de geç de olsa tanımış olmak bir
teselli.<br />
Hak ettiği yerin çok uzağında olsa da, kendine ait
dünyasında müziğiyle var olmaya, ilham vermeye, üretmeye devam ediyor.
Çünkü onun dünyaya gelme nedeni bu:<br />
<br />
<i><b>“Ben sadece
sokaklarda endişelenmeden yürümek istiyorum. Yani gözlükler takıp
saklanmadan başım dik olarak. Bazıları ünlü olmak için her şeyi yapar,
bazıları da sadece şarkı söyler. Özel bir yerde insanlarla olmanın
dışındaki şeyler önemli değildir. Bana göre benim de asli görevim sadece
şarkı söylemek.”</b></i><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJthBOuRpWUb0m66yNbSxQproXIEnwpENxfrJqeMEBg3V9_TibmouAsx5iN2Jq477oLxOc_hwlfl5ZC0F31GVjhMlhiOHoWA7XMHctmHQdxpHuLWBaF97KBfYh_HrJ6HTLOl7sZlya4fuU/s1600/1cGB2g.So.156.jpeg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhJthBOuRpWUb0m66yNbSxQproXIEnwpENxfrJqeMEBg3V9_TibmouAsx5iN2Jq477oLxOc_hwlfl5ZC0F31GVjhMlhiOHoWA7XMHctmHQdxpHuLWBaF97KBfYh_HrJ6HTLOl7sZlya4fuU/s640/1cGB2g.So.156.jpeg" width="480" /></a></div>
<br />
O, Lisa Fischer.<br />
Takdire şayan, nadide bir mücevher.<br />
<br />
<br /></div>
</div>
</div>
</div>
Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-20124844684737852712015-08-10T00:21:00.001+03:002021-03-21T21:03:57.715+03:00Nilgün MarmaraDoğumu 13 Şubat 1958, ölümü 13 Ekim 1987.<br />
Şair, yazar, kadın, bu dünyaya kendini ait hissedemeyen bir yalnız. <br />
<div class="media-holder media-holder-draggable media-holder-figure" contenteditable="false" draggable="true">
<br />
<br />
<figure class="tmblr-full" data-orig-height="500" data-orig-width="375"><img alt="image" data-orig-height="500" data-orig-width="375" src="https://40.media.tumblr.com/99d5f4a75daf673113ab44a46c7ec67b/tumblr_inline_ns4502VnHN1qd2av8_540.jpg" /></figure></div>
Balkan
göçmeni bir ailenin iki kız çocuğundan biri. Annesi Perihan, babası
Fikri ve ablası Aylin'le Moda'da büyük kütüphanesi olan bir evde büyüdü.
Kadıköy Maarif Koleji'ni bitirdikten sonra Boğaziçi Üniversitesi,
İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde okumaya başladı. Nilgün Marmara,
arkadaşlarının anlattığı üzere fakültenin merdivenlerine tek başına
oturur, sınıfın en arka sıralarında derslere girerdi. Ayrıca öğrenim
hayatında akademik başarıyı yakalayan bir öğrenciydi. “İyi” bir ailede
yetişmesine, ailesinin onu İngilizce eğitim veren bir okula, “iyi” bir
gelecek hazırlamak için göndermesine rağmen, arkadaşı Seyhan
Erözçelik’in söylemiyle o, bu “proje”ye inanmadı ve kendi yolunu seçti.
Kendi yolunu seçtiği zaman ise çocukluğunu çoktan kaybetmiş, çok
gürültülü bir dünyada, kan ve gözyaşı içinde kendisine yer bulmaya,
kendisini o dünyaya yerleştirmeye çalıştı, fakat bunu başaramadı.<br />
<br />
<i>“Bir
şeyden kaçıyorum bir şeyden, kendimi bulamıyorum dönüp gelip kendime
yerleşemiyorum, kendimi bir yer edinemiyorum, kendime bir yer.”</i><br />
<br />
Belki de kendi yolunu seçmektense inanmadığı “proje”ye devam etseydi yaşıyor olacaktı.<br />
Ailesiyle
arasındaki ilişki hakkında pek malumat yok fakat yazdığı şiirlerde
özellikle babasıyla olan ilişkisindeki gedikleri kapalı şiir biçimiyle
bile okuyana hissettiriyordu. Öyle ki, yazdığı tek dize, okuyanı birkaç
parçaya bölecek denli geniş anlamlıydı.<br />
<br />
<i>“Bak
bu yara annemden, işte bu babamdan, buradaki ilkokul öğretmenimden,
haaa şu en derin olan mı onu ben açtım bilmeden. En çok da o acıtıyor
canımı, en çok o kanıyor.” </i><br />
<br />
Kendi içine kapanıp
oluşturduğu anlam dünyasını yine kendi içinde yeniden anlamlandırmaya,
sunmaya çalıştı. Fakat bu da yeterli gelmedi ona.<br />
<br />
<i>“Sanki
varoluş beni cezalandırmak ister gibi; yoğunluğundan bana düşen payını
benden geri alarak bu yoğunluğa, olur olmadık herkese ve her şeye
fazlasıyla katlayarak sunuyor. Ülkem yok, cinsim yok, soyum yok, ırkım
yok; ve bunlara mal ettirici biricik güç, inancım yok. “</i><br />
<i>“Paniğini kukla yapmış hasta bir çocuğum ben.”</i><br />
<br />
Üniversite
döneminden tüm yaşamına ve de ölümüne kalan en önemli şey, kuşkusuz
üniversite bitirme tezini de onun üzerine hazırladığı bir Alman şair
olan Sylvia Plath olacaktı. Plath’ın yaşamı, düşünceleri, özellikle
bireyin yalnızlığına ve varoluş sorununa bakışı onu etkiledi.<br />
<br />
1977’de,
19 yaşındayken şiir yazmaya başladı, fakat yazdığı dizeleri kimseye
göstermedi. Daha sonra Seyhan Erözçelik, Nilgün'ün herkesten sakındığı
şiirlerini ve yazılarını alıp Şiir Atı'nda yayımlattı.<br />
Ece Ayhan,
İlhan Berk ve Cemal Süreya ile olan arkadaşlığı 12 Eylül darbesinden
sonra içe çekilme dönemini birlikte atlatabilmelerini sağladı. Nilgün
Marmara’yı edebiyat ve şiir çevresine İlhan Berk tanıtmıştı. Ona
hep “Büyük Nilgün” diye yazardı kartlarında ya da mektuplarında. Sık sık
Kızıltoprak'taki evlerinde Edip Cansever, Tomris Uyar, Cezmi Ersöz gibi
edebiyatçılarla bir araya gelir, pazar günleri ise "but partisi"
yaparlardı -fırında tavuk budu yapmalarından dolayı-<br />
<div class="media-holder media-holder-draggable media-holder-figure" contenteditable="false" draggable="true">
<br />
<br />
<figure class="tmblr-full" data-orig-height="681" data-orig-width="960"><img alt="image" data-orig-height="681" data-orig-width="960" src="https://41.media.tumblr.com/629de2ad120c52df5159b974f7ebbf64/tumblr_inline_ns45a5jOrb1qd2av8_540.jpg" /></figure></div>
<i>Cemal Süreya, İlhan Berk, Ece Ayhan, Tomris Uyar, Nilgün Marmara’nın evinde.</i><br />
<div class="media-holder media-holder-draggable media-holder-figure" contenteditable="false" draggable="true">
<br />
<br />
<figure class="tmblr-full" data-orig-height="313" data-orig-width="720"><img alt="image" data-orig-height="313" data-orig-width="720" src="https://41.media.tumblr.com/f34a479005cb8330e3edd50d1b39d713/tumblr_inline_ns45duFYSJ1qd2av8_540.jpg" /></figure></div>
<i>Nilgün, Ece Ayhan, Haydar Ergülen.</i><br />
<br />
Cemal
Süreya onu Scott Fitzgerald'ın eşi Zelda'ya benzetince de "Çılgın
Zelda" diye anılmaya başladı. Süreya'nın tertemiz evinin yerlerine "Bu
ev niye bu kadar temiz?" diyerek yediği çekirdeğin kabuklarını atar,
başka bir gün de yazar Mehmet Günsür'ün kızıyla lunapark dönüşünde pembe
gözlükler takıp evcilik oynardı. Çocukluğuna duyduğu özlemini hiçbir
zaman yitirmediği için hissettiği sızıyı şiirinde de sezdiriyordu:<br />
<br />
<i>“Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte.”</i><br />
<br />
Bir
kadın olarak çoğalmayı reddetti. Çocukken annelerinin kendilerine
verdiği sütü balkon deliğinden kedilere birlikte döktüğü ablası Aylin,
bir gün çocuklarına bağırırken, Nilgün "İşte bu yüzden anne olmuyorum,
kendi çocuğumu incitirim diye." demişti. Anne olmak istememesinin nedeni
"Mutsuzluk ordusuna yeni bir nefer katmamak için"di.<br />
<br />
<i>“Maskelerinizi kuşanıp yalanlarınızı çoğaltın<br />Hepiniz mezarısınız kendinizin.”</i><br />
<div class="media-holder media-holder-draggable media-holder-figure" contenteditable="false" draggable="true">
<br />
<br />
<figure class="tmblr-full" data-orig-height="419" data-orig-width="604"><img alt="image" data-orig-height="419" data-orig-width="604" src="https://41.media.tumblr.com/2253492d51122c62ad70a2cb3728e8fd/tumblr_inline_ns49dd7qt11qd2av8_540.jpg" /></figure></div>
1982'de
Endüstri Mühendisi Kağan Önal'la tanıştı ve iki yıl sonra evlendiler.
Nilgün Marmara, belli ki eşi tarafından yeterince anlaşılmıyordu. Çünkü
intiharından sonra eşi Kağan onun için şöyle diyecekti: "Nilgün'ün şiir
yazdığını bile bilmezdim. Bir kenarda pıtır pıtır bir şeyler yazardı."<br />
<br />
Hayat
ne tuhaf. İki insanın arasına sığan uçurumun derinliği şaşkına
çeviriyor beni. ‘Anlaşılmamanın bu türlüsü yalnızlıkla uyutur insanı her
gece.’<br />
<br />
Eşinin işi nedeniyle bir ara Libya’ya taşınmak zorunda
kaldılar. Fakat baskıcı bu ülke onu boğdu. Bu yüzden kısa süre sonra
Türkiye’ye döndüler. O süre zarfında psikolojisi giderek kötüleşti.
Doktorlar okuma-yazmaya ara vermesini istediler. Bir de ilaçlarını
aksatmamasını. Fakat o yazmaya devam etti.<br />
<br />
<i>“Çok yalnızım, mutsuzum<br />Göründüğüm gibi değilim aslında<br />Karanlıklarda kaybolmuşum<br />Bir ışık arıyorum, bir umut arıyorum uzun zamandir<br />Aradıkça batıyorum karanlık kuyulara<br />Kimse duymuyor çığlıklarımı<br />Duyan aldırış etmiyor çekip kurtarmak istemiyor<br />Bense insanların bu ilgisizliği karşısında ilgiye susamışım<br />Ümidimi yitirmişim<br />Biliyorum bir gün dayanamayacak küçük kalbim<br />Arkamı dönüp inandığım ve güvendiğim her şeye<br />Veda edeceğim.”</i><br />
<br />
Belki
eşi, yazdığı bu dizelerden haberdar olsaydı, Nilgün’ün iç dünyasında
olan bitenin farkına varır, onu anlamaya çalışır, elini uzatırdı.<br />
<br />
<i>"Anlamın ötelendiği an'larda<br />kendini bulmaya çalışan ben kaç kere<br />bir intiharın ellerinden tutmaya çalışacaktı..<br />hantal akşamların saadet öyküleri nasıl da<br />yabancısı olduğumuz şeylerdi."</i><br />
<br />
dedi
ve 13 Ekim 1987′de, 29 yaşındaki Nilgün evinin balkonundan boşluğa
bıraktı kendini. Ondan geriye ise sadece şu notu kalmıştı:<br />
<br />
<i>"Kuşlara iyi bakın." </i><br />
<br />
Yaşayacağı ve göreceği çok fazla bir şey kalmadığını en güzel şekilde yine kendi sözleriyle ifade etti:<br />
<br />
<i>"Ey iki adımlık yer küre,<br />Senin bütün arka bahçelerini gördüm ben."</i><br />
<br />
<b>Ölümünden Sonra</b><br />
<br />
<i>“Nilgün
ölmüş. Beşinci kattaki evinin penceresinden kendini aşağı atarak canına
kıymış. Ece Ayhan söyledi. Çok değişik bir insandı Zelda. Akşamları
belli saatten sonra kişilik hatta beden değiştiriyor gibi gelirdi bana.
Yüzü alarır, bakışlarına çok güzel ama ürkütücü bir parıltı eklenirdi.
Çok da gençti. Sanırım otuzuna değmemişti daha. Ece ile gergedan için
yaptığımız aylık söyleşide ondan şöyle söz ettim: Bu dünyayı başka bir
hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu. Dönüp
baktığımda bir acı da buluyorum Nilgün’ün yüzünde. O zamanlar
görememişim. Bugün ortaya çıkıyor.”</i><br />
<br />
diyecekti Cemal Süreya onun intiharından sonra.<br />
<br />
Ece Ayhan, <i>“Nilgün
Marmara gibi güzel hem de çok güzel garip ve ilginç bir şairin yampiri
ve yamuk dünyada bir bakıma kısacık bir ömrü oldu. Hani büyük kanatları
yüzünden uçamayan albatros deniz kuşu gibi!”</i> diye yazdı Marmara
hakkında. Ve onun cenazesinde, Nilgün’ün annesinin yanına gidip
Nilgün’ün okul numarasını sordu. Annesinin söylediği sayı, Nilgün’ün
mezar numarası ile aynıydı: 128. Sonra ona ithafen Meçhul Öğrenci
Anıtı’nı yazdı:<br />
<br />
<i> “...Aldırma 128!<br /> intiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında<br /> her çocuğun kalbinde<br /> kendinden büyük bir çocuk vardır<br /> bütün sınıf sana çocuk bayramlarında<br /> zarfsız kuşlar gönderecek.”</i><br />
<br />
Ece Temelkuran ise şöyle anlattı onu:<br />
<br />
<i>“Kendisini
tanımayanlardandır Nilgün Marmara. Kendisini hiçe sayanlardan yok kabul
edenlerden görmeyenlerden. Yağmurda yürürken ıslandığını değil küçük su
taneciklerinin nasıl toprağın göğsünde masumca öldüğünü
düşünenlerdendi. Arabaların gürültüsünü lanetlemek yerine bu gürültüye
eşsiz bir sabırla dayanan yeryüzünün sükûnetine hayrandı. Kırılmalarla
geçen aşkın sonsuzluğunu düşünürdü. Büyüyemeyenlerdendi hep çocukluk
yaşayanlardandı.”</i><br />
<br />
Yazılmış, çizilmiş bir ideolojinin yolunda
ilerlemeyen, kendi manifestosunu kendisi yazan ve birilerini buna
inandırma gibi bir derdi olmayan imgelerle dolu bir kadındı Nilgün
Marmara. Yaşadığını yazdı, yazdığını yaşadı.<br />
<br />
Onun seçimini,
hayatın ağırlığı karşısında insanın hafifliğini, "N’apalım, dünya böyle"
diye geçiştirememesi olarak özetlemek yanlış olmasa gerek.<br />
<br />
<i>“Üzgün adım, ileri marş!”</i>Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-11824872738374917212015-01-15T06:31:00.000+03:002017-08-29T15:35:40.784+03:00İnsan/ızHayatım boyunca kürkü, deriyi, bunları giyenleri, fildişinden tesbih yapıp tanrıyı zikredenleri, "kaz tüyü yastıklarda indirim var koşun" diyenleri, hobisi avcılık olan zengin piçlerini sevmedim, sevemeyeceğim. <br />
<br />
Hayatında bir defa bile dünyayı merak etmeyenleri, göğü, ayı, yıldızları seyretmeyen adamları, bu yaşamın, kainatın nasıl'ından ziyade neden'ini sormayan insanları çözemedim, çözemeyeceğim. <br />
<br />
Kendinden çok yan komşusunun, arkadaşının, televizyonda gördüğü "ünlü" olması dışında bir meziyeti olmayan, bir boka yaramayan, yeteneksiz, niteliksiz insanların ne yiyip içtiğini, kiminle yattığını, neye para harcadığını, rujunun markasını merak eden kadınlardan, adamlardan hazzetmedim, hazzetmeyeceğim.<br />
<br />
Hiçbir zaman mücevherleri, değerli taşları, altını, gümüşü, tek taş pırlantayı da sevmedim, sevemeyeceğim. Sevgiye inanıyorum ama her duygunun alçalıp yükselen bir değer dalgası olduğunu biliyorum. Bu yüzden hiçbir erkeği gerçekten sevemedim bugüne kadar diyorum. Bu yüzden insan en çok kendini sever diyorum. Ki ben kendimi bile güç bela seviyorum. Kendini de sevmiyorsa insan eğer, başka birini ya da bir şeyi idareten sevecektir, seviyordur, "duygularını ölçüleyen, sevgilerini sevmeyen, uykularını uyuyan, iştahlarını yiyen, sevişme isteklerini boşaltan" o insanların sahip olduğu idareten bir kalbi taşıyordur. Mutlak sevgiyle bir tek annemi sevdim bugüne dek. Sonsuz bir minnet duygusuyla kan bağının karışımı bir sevgi. Çok bencilce ama günün birinde belki anne olmak istersem eğer, o zaman evliliği düşünebileceğim sanıyorum. Bu, acıklı bir durum.<br />
<br />
Maddeye ruhtan daha çok önem veren insanları da anlamıyorum. Üstü açık arabalar, yerden ısıtmalı odalar, "moda", "trend" kelimelerine hapsolmuş gardıroplar... Olsa da olur, olmasa da olurlar. Zaruri ihtiyaçları karşılamak yetiyor bana. Dedem "Eşyanın da canı var" derdi <br />
<br />
Statükocu, yargısız infaz yapan, etiketçi insanlardan nefret ediyorum. Bu insanlar yüzünden dengem bozuluyor, kafam karışıyor. Bazen diyorum, yüksek lisanstan sonra doktora yapayım, yurtdışına çıkayım, şu kadar dil öğreneyim, bu kadar puan alayım, şu sınava da gireyim... Sonra denizi seyrederken, gökyüzüne bakarken birden hepsi bomboş şeyler, gereksiz eylemlermiş gibi geliyor, ismimin önüne gelecek unvanlar için kendimi paralamaktan başka bir anlam ifade etmiyormuş gibi hissettiriyor. Pek çok şeyi duyumsamak yoruyor. Ama bir yandan da doyuruyor.<br />
<br />
Tek isteğim müzik yapmak, onunla hayatımı kazanmak aslında. Diğer eylemler sadece başkalarının bana nasıl hitap edeceğini ayarlamak için var. Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-46727557497481622672014-12-27T03:40:00.000+03:002014-12-27T03:40:01.644+03:00Beden - Ruh<div class="post_content clearfix">
<div class="post_content_inner clearfix">
<div class="post_container">
<div class="post_title">
Beden
nesnedir. Göğüsler, cinsel organlar ve bunların güzelliği, diriliği
bedeni özne yapmaya yetmiyor benim için. </div>
<div class="post_title">
</div>
<div class="post_title">
Beden bir araçtır. Beden ıslak
bir hacim.</div>
<div class="post_body">
<br />
Dolgun göğüslerin bir kadına avantaj olduğunu da düşünmüyorum. Çoğu
zaman dezavantajdır bu. Nereden baktığına bağlı. Hatta dolgun göğüslere
dikkat kesilen bir erkek, kadının zekasını, yeteneklerini görmezden
gelir -ya da aşağılar- bir noktada. Bir erkeğin de büyük bir penise
sahip olması onun, farklı konularda kendini geliştirmeye gerek
duymayacak ölçüde bir özgüveninin oluşmasına neden olabiliyor. İçi boş
bir özgüven bu. Avantaj addedilen şeylerin ikircikli bir yönü var
kısacası.<br />
<br />
Ama beden ayrıca bir afrodizyaktır da. Fakat yine bedenin, istekleri
gerçekleştirmek uğruna kullanılan bir nesne olduğu gerçeği ortaya
çıkıyor.<br />
<br />
Beden, ruhun eylemine konuk olur. Ruh, öznedir. Üstelik özne olması
yapısına da aykırıdır. Ruh, doldurulabilir bir boşluktur ve yaşayışına,
yediğine/içtiğine, okuduğuna, izlediğine göre dolar bu boşluk. Hayatının
gidişatı, hangisini doldurduğuna bağlı olarak gelişir. Beden de
doldurulabilir. Ama ben ruhu bedenden üstün tutarım ve ona hizmet
ederim. Zamanla o da bana hizmet eder.<br />
<br />
Zor olan, bu ikisini de doyurabilmek. Aynı anda.<br />
<br />
Bu, pek az görüldüğü için insanlar güzel ve aptal, zeki ve çirkin
kalıplarını yarattılar. Dünyada en çok zeki ve çirkin insanlar, güzel ve
aptal kadınlar var.<br />
<br />
Böyle soruları bilimsel bir temele oturtmaya çalışarak durumu çok
ciddi bir konuymuşcasına değerlemek bana pek bir manasız geliyor.
Bergson’un Platon’un beden ve ruha ilişkin ne dediklerini biliyor olmak,
bana sadece farklı bir kapı açar ama cevabı vermez. Cevaplar her zaman
kişiseldir.<br />
<br />
Başkalarının tefsirlerine göre yaşamayı sevmiyorum. Yeni bir anlam yaratmak/ yaratmaya çalışmak daha verimli oluyor.<br />
<br />
Tabi bu mümkünse.</div>
</div>
</div>
</div>
Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-71261681901507466432014-10-16T02:07:00.000+03:002014-10-16T02:07:19.388+03:00Taşİnsan sevmiyorum.<br />
<br />
Tüm bu egosantrik zırvalıklar başımı ağrıtıyor artık. İşin kötüsü duyarsızlaşamıyorum da. Yüzümdeki ifadeyi kilitleyip günboyu onunla dolaşamıyorum. Çevremde ve dünyada olan bitenlere karşı iki jest bir mimik, facebookta bi atarlı cümle, twitterda üç beş hashtagle cevap veremiyorum. Bununla yetinemiyorum. Bununla rahatlayamıyorum. Bununla vicdanımı dindiremiyorum.<br />
<br />
İşte bu hengamede sevmek/sevilmek için takla atan insanları anlayamıyorum. Bunun için zaman harcamalarına, kendilerini hırpalamalarına, kendilerini beğendirme çabalarına kızıyorum. Ki sevmek dediğim sevişmek, hatta bir deliğe girmekten ibaret çoğu için. Bu deliğe girebilmek adına kitaplar okumak, filmler izlemek, müzik dinlemek, bir şiir ezberlemek, entelektüel olmak ve tüm bunları o deliğe girmekte bir merdiven olarak kullanmak. Önce bir adım, sonra iki adım, "Kürk mantolu madonna mı, tabi ki başucu kitabım", üç, "Bence de ödül Dicaprio'nun hakkıydı.", dört, "Pink Floyd'a tapıyorum ya " beş, "İskandinav sineması favorim", altı...<br />
<br />
Bingo!<br />
<br />
"Yürümek" tabiri buradan çıkmış olsa gerek.<br />
<br />
Bu yavşak düzene kızıyorum. Karşımdakine insan olmasından mütevellit insanca davranmanın, iyi niyetin ve kibarlığın, aptallık/saflık olarak addedilmesine kızıyorum. İşine gelmeyince de seni hemen bir genellemeye dahil eden insanlara hayıflanıyorum.<br />
<br />
Omuzlarımda bir yorgunluk hissettiriyor bunlar bana.<br />
<br />
"Ah kimselerin vakti yok<br />
Durup ince şeyleri anlamaya."<br />
<br />
Boşluklar, boşluklar, boşluklar...<br />
<br />
İçimizdeki boşluklar bizi böyle yapıyor. O boşlukları bir erkekle/kadınla doldurmaya çalışıyoruz. Seksle, futbolla, bilgisayar oyunlarıyla, müzikle, alkolle doldurmaya çalışıyoruz. Yanlış yapboz parçasını tablodaki boşluğa sığdırmaya çalışmaktan vazgeçip, boşlukları olduğu gibi bırakıp onlarla yaşamayı becerebilsek, bir adamı/kadını gerçekten sevmeyi, bir kitabı sadece kapağına bakarak değil, içindeki anlama eğilerek almayı da öğrenebiliriz belki.<br />
<br />
Ama işte diyorum ya sanki tek derdimiz buymuş gibi.<br />
<br />
İnsan ilişkileri, ayakkabının içine taş doldurmak. Kendini ağırlaştırmak ve yürümeyi zorlaştırmak.<br />
<br />Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-12875275757682097822014-06-03T01:54:00.001+03:002017-08-20T03:21:49.762+03:00<div>
Karşı balkonda yaşlı bir teyze var, bildiğin balkonda yaşıyor. Sabah kalkıyor, akşama kadar orada radyo dinliyor, şarkı mırıldanıyor, gazete okuyor, çiçeklerini suluyor. O beş metrekarelik alanda kendine bir dünya yaratmış, oynuyor. Geçen gün onunla sohbet ettim. Pek güler yüzlü, tatlı dilliydi.</div>
<div>
<br /></div>
<div>
Şey dedi: Eskiden kötülük daha iyiydi.</div>
Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-50211831294884619332013-02-08T21:47:00.000+03:002013-02-08T21:47:37.386+03:00Bilinçaltı<br />
Her eylemin altında cinsel bir haz yatıyor. Konuşurken söylediklerime değil, dudaklarıma kilitlenen bir adamın konuştuklarıma hak verir gibi kafa sallaması onu dışarıdan beni dinliyormuş gibi gösteriyor, oysa o dudaklarımı da içine dahil ettiği bir fantezinin verdiği hazza kafa sallıyor. İnsanların bilinçaltı, sert bir porno, türlü fanteziler, sado mazo zevkler, bastırılmış duygular ve yaşanmamışlıklarla dolu. Her an kendimizi ve başkalarını aldatıyoruz, ruhsal, zihinsel ve fiziksel olarak. Kötü olan, bunun farkında olmak ve yapmaya devam etmek. Bu, yürüdüğün yolun yanlış yol olduğunu anlayıp yine de sokaktaki insanlardan çekindiğin için hemen geldiğin yoldan gerisin geriye dönememek gibi.<br />
<br />
Düşüncelerle var olmak, ete kemiğe bürünmeden 'ben' olabilmek çok mu zor?<br />
Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-64739636075033093752013-01-11T23:08:00.002+03:002017-08-20T03:22:12.648+03:00Meta/Fizik<br />
Söylediğim onca kelam, aklımda şimşek gibi çakan düşünceler, inanılmaz bulduğum tespitler, hepsi de belki yıllar, belki yüzyıllar önce zaten birileri tarafından söylenmişti. Tek yaptığımız başkalarının kullandığı kelimelerin, cümlelerin üzerinden geçmek. Yaşadığımız hayatlar da ikinci el, daha önce tekrar tekrar başkalarının yaşadığı bayat acıları, mutlulukları yaşıyoruz. Her şey tanıdık, eski, orijinal değil. Bu yüzden kendini özel sanan insanlardan hoşlanmıyorum.<br />
<br />
Dünyada özel olan hiçbir şey yok, büyülü şeyler yok, sadece fizik var.Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-59636374901457874692012-11-22T17:07:00.000+03:002012-11-22T17:07:32.733+03:00Oyuncu<br />
Kalabalık içindeki sen'le yalnızkenki sen arasındaki uçurum.<br />
<br />
Her şey bu ikilemin ortasındaki ayrımda birikiyor. İç dünyanı dışarı vurduğunda yanında kaç kişinin kalacağı meçhul. Kim ne der diye düşündüğün sürece de yağmurda herkes şemsiyesini açtığı için sen de açacaksın o şemsiyeyi. Yağmurda ıslanmak aklına her geldiğinde kendine bir çimdik atacaksın. Sürünün kurallarına uymalısın.<br />
<br />
İnsanlara empatiyle ilgili nutuk atıp hemen sonrasında yürüdüğün caddede sağından solundan akan insanların kusurlarına çevireceksin gözlerini. Yanından geçen bir çiftin birbirlerine hiç yakışmadığını düşüneceksin. Durakta bekleyen bir kadının çantasıyla ayakkabısının uyumsuzluğundan şikayetçi olacaksın. Sonra arkadaşına Afrika'da açlık çeken çocuklara ne kadar üzüldüğünü anlatacaksın. Girdiğin 3 sınav içinde en iyi puan aldığın sınavın notunu söyleyip "ya hiç ders çalışmadım, sadece bir iki saat göz attım." diyecek, sabaha kadar ders çalıştığın için uykusuzluktan dolayı oluşan gözaltı morluklarını makyajla kapatacaksın.<br />
<br />
Ama yalnız değilsin.<br />
<br />
Hepimiz mükemmel oyuncularız, farkına varacaksın.<br />
<br />
Aslında işin kötüsü, gözlerimizin ardında kaldığımız için kendimizi göremiyoruz. Bu yüzden kendi hayatımıza seyirci olamıyoruz, oyuncu kalıyoruz. Dışarıdan kendine bakabilmeyi başarmak zor. Ve bırak başka insanları, kendini sevmeyi bile başarmak zor.<br />
<br />
Bazılarına yaşamak yasaklansın. Yeni dünyada hümanist olunmuyor.<br />
Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-26469100233572119382012-11-21T16:55:00.001+03:002012-11-21T16:55:42.365+03:00Amor Fati<br />
Başkalarının sözlerinin tefsirlerine göre yaşamamak gerek.<br />
İnsanların yarattığı olguların, tek kelimeye indirgenen ideolojilerin içinde kapana kısılmamalı, "biz babadan böyle gördük" diyen ataerkil adamların kurduğu saltanatta sana ayrılan yere oturup gelişigüzel yaşamamalısın.<br />
<br />
Kendi dünyanı kendin kurmalısın.<br />
<br />
Çünkü hayatın tarafından gölgede bırakılmaya göz yumduğun zaman, suda eriyen şekerden farkın kalmıyor. İşte o vakit sen zamanı değil, zaman seni dolduruyor. Bulanmadan, akmadan dolmalı. Eğer kendi hayatını hak ettiğinden daha büyük bir tuvale çiziyorsan, onca meşguliyetle çepeçevre kuşatıyorsan kendini, o tuvalde nokta kadar kalmaya mahkum oluyorsun. Her şeyi kökten devirip tümden bir ayaklanmaya girişmenin zorluğunu yadsımadan sadece yapmak istediğin şeylerle senden yapılması beklenen şeyleri bir dengede tutacak kadar kontrollü bir 'anarşik' olursan yaşamak güzel oluyor. Tecrübeyle sabit.<br />
<br />
Çare kendimizken, kurtuluş elimizdeyken kurtarıcı için dua etmek manasız.<br />
<br />
Amor fati.<br />
Yazgını seç, yazgını sev.<br />
Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-82021363356630645962012-02-29T00:10:00.004+03:002012-06-29T12:35:17.499+03:00Teori vs PratikGün geliyor bir sürü şey yapmak geçiyor içimden ve aynı gün tek yaptığım çarşafı kırış kırış olmuş yatağımda sağdan sola dönmek ya da saate bakıp yelkovanı takip etmek oluyor. <b>Gözlerimi kapattığımda dünya bitiyor.</b> Günlerce böyle kalayım istiyorum, birileri uyandırıyor. Uyanmak için çay koymak yerine onun bile kolayına kaçıp bir bardaklık su kaynatıp kahve yapıyorum kendime. Bardağın içindeki kahvede yansıyan yüzüm kaşığı içine atmamla beraber yok oluyor. Gözlerim daldı. İç sesimle sürekli bir kavga halindeyim.<b> Teoride mükemmel pratikte berbat biriyim.</b><br />
<br />
<div>Bi' de bazı hatıralar dönem dönem ziyaret ediyor olmalı beni. İyisi de kötüsü de. Aklıma gelince de açıp eski fotoğraflara bakıyorum. Eski fotoğraflara bakınca zamanın ne kadar hızlı geçtiğinden dem vurup<b> "Daha yapmam gereken çok şey var." </b>cümlesini kuruyorum. Her cümlede arta kalan zamanın meçhul olduğunun bilincinde olduğumdan umudumu köreltiyorum. Bu böyle en kötüye gidene kadar sürüklüyor düşüncelerimi. Biri diğerini tetikliyor zincirleme bir olay gibi. Her şeyin suçlusu hatıralar.<br />
<br />
</div><div>Yine de iyi ki varlar.<br />
<br />
<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="315" src="http://www.youtube.com/embed/710oAs1OXgU" width="560"></iframe></div>Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-83054610022444875842012-02-23T20:51:00.002+03:002012-07-07T13:28:41.678+03:00Exit The System<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLvzYTKCDL07wXxVq4kjG3_F2Cuv_cR8kHAWO02wU1yC1gtorvAuco4KCUYRjT6bE3PGx2ku_5wD_TLWEa5AAySqLLrg4dWblNkw4oyqd97JXmjDdweTzhyphenhyphen15UjNwyA_hkRSqAkK-wys7T/s1600/tumblr_lpnnvh9acG1r08hnso1_500.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLvzYTKCDL07wXxVq4kjG3_F2Cuv_cR8kHAWO02wU1yC1gtorvAuco4KCUYRjT6bE3PGx2ku_5wD_TLWEa5AAySqLLrg4dWblNkw4oyqd97JXmjDdweTzhyphenhyphen15UjNwyA_hkRSqAkK-wys7T/s400/tumblr_lpnnvh9acG1r08hnso1_500.jpg" width="298" /></a></div><br />
<br />
İnsan olmanın gereklerinden birini düzene uyum sağlama çabasıyla yok edip aslında normal olanın, işleyişin bir parçası olmak gerektiğini söylemek ne kadar basit. Seçimler mi yoksa seçimlerin insanları taşıdığı noktalar mı daha önemli? Gereksiz ayrıntıları zihnimize yerleştirmeyi öğrenme diye ezberliyor ve buna alıştırılıyor, <b>her geçen gün uyuşturuluyoruz.</b>Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-77335175877489485242012-01-28T19:58:00.006+03:002012-06-29T12:35:59.534+03:00<div style="text-align: left;"><span style="color: #747480;"></span><br />
<span style="color: #747480;"><span style="line-height: 20px;"></span></span><br />
<div><div class="separator" style="clear: both; line-height: 20px; text-align: center;"><object classid="clsid:D27CDB6E-AE6D-11cf-96B8-444553540000" height="40" id="gsSong161440778" name="gsSong161440778" width="250"><param name="movie" value="http://grooveshark.com/songWidget.swf" /><param name="wmode" value="window" /><param name="allowScriptAccess" value="always" /><param name="flashvars" value="hostname=cowbell.grooveshark.com&songIDs=1614407&style=metal&p=0" /><object type="application/x-shockwave-flash" data="http://grooveshark.com/songWidget.swf" width="250" height="40"><param name="wmode" value="window" /><param name="allowScriptAccess" value="always" /><param name="flashvars" value="hostname=cowbell.grooveshark.com&songIDs=1614407&style=metal&p=0" /><span>Winter Is Blue by <a href="http://grooveshark.com/artist/Vashti+Bunyan/6432" title="Vashti Bunyan">Vashti Bunyan</a> on Grooveshark</span></object></object></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><span style="line-height: 20px;"><br />
</span></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: left;"><span style="line-height: 20px;">Küçüklüğümde kış aylarında her ne kadar kat kat giydirilmekten <b>Michelin</b> adamlarına dönmüş olsam da kar yağdığında yokuş aşağı kaymak, paha biçilmezdi. Ve her kar yağdığında etrafı karla birlikte neon gülümsemeli çocuklar kaplardı.</span></div></div></div>Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-41460691251149063242011-12-10T02:51:00.001+03:002014-07-29T19:42:09.809+03:00Soruanonim: Özgürlük ne ki?<br />
kağıttan kayık: İlkokuldaki sınıfların camlarının parmaklıksız olması.Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-59438224767771878462011-05-07T15:09:00.012+03:002014-09-15T16:04:27.955+03:00Kimse Eşit Doğmaz Ama Herkes Eşit Ölür<span style="text-align: left;">Eğer küfrettiğimiz insanlarla aynı fırsatlara ve şanslara sahip olsaydık biz de farklı olmayacaktık. Bu yüzden ben önce idollerimi öldürdüm. Hiç kimse doğru olamaz çünkü. Çünkü algı diye bir şey varsa ve bu şey zamana, insanlara ve görünürdeki dünyaya göre sürekli değişiyorsa artık orada doğru yoktur. Sadece kazananların kaybedenler üzerinde belirledikleri normlar vardır. </span><br />
<span style="text-align: left;"><br />
</span><br />
<span style="text-align: left;"><b>Ben kaybetmeyi seçtim.</b> Kimileri için bu bir kaderdir. Bu yüzden rol yapmazlar onlar. Ben rolümü iyi yapamadığım zamanlarda yani bi kazanan kadar basitleştiğim zamanlarda genelde küstahlaşırım. Çünkü hiçbirimiz bi 30 yıl sonra böyle sıkıcı tavırlarla ukala ukala konuşamayacağız. Elimizde bi idrar torbası, geçmişi hatırlayıp gözlerimiz dolup yalnız başımıza ölmeyi bekleyeceğiz.</span>Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-34820005189211715372011-01-17T06:33:00.006+03:002015-02-25T05:01:54.791+03:00Sessiz Yığınların Gölgesinde<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhd43069EA19bSC6wmmp2tNsTfLYrM0R1ZoY6uRlPSozD7O7PJvwJw8ptH4GQoFWvEZV-hn_PgrFjwFZd9akGd1HGTBBKria8UpvDTfg2azlUtwbcL_ks7AlCbS-WBc2kQJGyq36tx6hhA5/s1600/38479.jpg"><img alt="" border="0" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhd43069EA19bSC6wmmp2tNsTfLYrM0R1ZoY6uRlPSozD7O7PJvwJw8ptH4GQoFWvEZV-hn_PgrFjwFZd9akGd1HGTBBKria8UpvDTfg2azlUtwbcL_ks7AlCbS-WBc2kQJGyq36tx6hhA5/s320/38479.jpg" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5562998399689043026" style="cursor: hand; cursor: pointer; float: left; height: 238px; margin: 0 10px 10px 0; width: 320px;" /></a><br />
Aslında hayattaki dertlerimin bir anlamı yok. Her şey sonlu değil mi sonuçta. Bir gün bitecek, bitmeli. Başıma üşüşen dertler de bitecek sıkıntılar da mutluluklar da. <b>Mavi tükenecek, yeşil de. Sadece bok rengi bi yuvarlağın içinde yaşıyor olacağız günün birinde. </b>Dramatik bir durum değil bu aslında. Olayı dramatize eden kutuplardaki buzullar erirken kutup ayılarının çektiği sıkıntıları çok çözünürlüklü fotoğraf makineleriyle çeken fotoğrafçılar. Evet. Ve biz bunların birgün yaşanabileceğini düşünmedik. Kıyamete inanan insanoğlu birgün bu dünyanın yorulup da pes edeceğini, ne bileyim gelişigüzel yaşarken, kirletirken, yok ederken, dünyanın yine aynı mutlulukla ve aynı düzen içinde dönemeyeceğini hesap edemedi mi? Edemedi. Çünkü biz kendi söküklerini dikemeyen terzileriz. Ve sürekli mazeretler uyduruyoruz, dışarıdan bizi hangisi daha zengin hangisi daha güzel gösteriyorsa o maskeyi takıyoruz, o tavrı takınıyoruz diğerlerinden üstün olma çabası içinde.<br />
<br />
<b>Belki de her şeyin farkındayız çoğumuz. Ama kolaya kaçıp yığınlar arasına karışıyoruz. Susuyoruz, bazen de içimizden konuşuyoruz.</b>Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-77840819278090286342010-12-14T15:26:00.008+03:002012-06-29T13:52:39.131+03:00"Ben buyum"<span style="font-family: inherit;">Tuhaf hissediyorum kendimi. Ve bu benim her zamanki halim.</span><br />
<span style="font-family: inherit;"><br />
Her şeyden çabuk vazgeçiyorum bu aralar. Söz veriyorum, tutmuyorum. Aptallık ediyorum "hayır"<b> </b>demek isterken "evet" diyorum ve zor duruma sokuyorum kendimi. En büyük aptallığım bu benim. İnsanlar arasına karışma isteği yok içimde ama bazen ihtiyaç da duyuyorum yeni yüzler görmeye. Bazen "boşversene, hayatı plansız, kim ne der diye düşünmeden ve biraz da sonrasını umursamadan yaşa" diyor bir ses ama susturuyorum onu. Hep korkuyorum korkuyorum korkuyorum! En çok da başlangıçlardan. Yeni bir ilişkiye başlamaktan, hatta yanıma yaklaşıp<b> </b>"bi' dakika bakar mısınız"<b> </b>diyen broşür dağıtan insanlardan. Israrla elime sıkıştırdıklarını okumadan çantama atıyorum.</span><br />
<span style="font-family: inherit;"><br />
</span><br />
<span style="font-family: inherit;">Sadece bir kademe yaklaşmalarına izin veriyorum insanların. Daha derine inmesinler istiyorum. Ben kendi kabuğumda kalayım. Güvensizliğimin yarattığı korku ütopyalarımı besliyorum kendi içimde. Eksikliklerimi yüzüme her gün vururken birinin aynı eksikliklerimden bahsetmesine öfkeleniyorum. Kendimi savunmak için bir tek cümle kuruyorum: <b>Ben buyum!</b></span>Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-57918500862404232552010-10-26T16:29:00.005+03:002017-08-20T03:52:08.823+03:00Mutluluk AşısıKendimi sevmeyi, küsmemeyi öğrenmeye başladım. Zaman zaman kendini beğenmiş bi’ hergele oluyorum bazen de dünyanın en ezik, en vasat Gregor Samsavari bi’ Notre Dame’ına dönüşüyorum/dum.<br />
<br />
Artık bu boktan hayatı kusurlu, eksik, berbat, çirkin, aptallarla dolu olduğunu bilerek güzel buluyorum. Dünyaya Armağan Çağlayan eleştirmenliğiyle bakmak iyi bir şey değil. <br />
<br />
Ve şimdi daha mutluyum ben, acılar sıradanlaştıkça.Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-6732617729879212641.post-82590018769687502872010-06-09T08:14:00.003+03:002015-05-25T20:44:53.967+03:00Güneş doğarken..<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTultb-XVZ46NYr1Da43NGdL0_PEbYJxauOVJ9F4Kogsqd75YMzkHYKJicmt7JvZD2nX6dTR5vfq1f4caGuTMX7hZjP-9-kRTa9W79ZTpW1cB8vACc8yP5I6nM8pDjplUtcpLtcJdaYvDl/s1600/dfgdfgdf.jpg"><img alt="" border="0" id="BLOGGER_PHOTO_ID_5480638298093077714" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTultb-XVZ46NYr1Da43NGdL0_PEbYJxauOVJ9F4Kogsqd75YMzkHYKJicmt7JvZD2nX6dTR5vfq1f4caGuTMX7hZjP-9-kRTa9W79ZTpW1cB8vACc8yP5I6nM8pDjplUtcpLtcJdaYvDl/s320/dfgdfgdf.jpg" style="cursor: hand; cursor: pointer; float: right; height: 275px; margin: 0 0 10px 10px; width: 320px;" /></a><br />
Bu güneşli havalar, sokaklardaki insanlar, martılar, karıncalar, ahmak siyasetçiler, aptal savaşlar, ölümler, doğumlar, yıkımlar, bağırışlar...<br />
<br />
Bazen her şey o kadar gereksiz, tuhaf geliyor ki.<br />
<br />
Ve en önemlisi yaşamak zorundalığı. Varoluşun sancısı. Bir sonun varlığını bilerek ve yarının meçhul olduğu gerçeğinin bilincinde aylar sonrası için planlar kurmak.. Bunu düşündüğümde havada asılı kalmış gibi hissediyorum. Öyle durağan, öyle garip ve devinimsiz.<br />
<br />
Aynı soruları sorup aynı cevapları aldığımı gün geçtikçe daha iyi anlıyorum. Sanki bir bilgi yarışmasındaymışım gibi biraz önce bilemediğim soru tekrar karşıma çıkarılıyor ve ben cevap arıyorum. ı-ıh.. bulamıyorum yine. Sanırım bazı sorular cevapsız doğuyor. Ve bu yetinememezlik duygusu daha çok soru işareti anlamına geliyor. Kafamdaki soru işaretleri ünlemlere çarpıyor bazen. Durdurulması mümkün olmayan tam gaz ilerleyen bir araba gibi engelleyemiyorum iç sesimi.<br />
<br />
<b>Garipliklerle doluyum.</b>Kâğıttan Kayıklarhttp://www.blogger.com/profile/00826697283446716441noreply@blogger.com2