...

Aralık 27, 2014

Beden - Ruh

Beden nesnedir. Göğüsler, cinsel organlar ve bunların güzelliği, diriliği bedeni özne yapmaya yetmiyor benim için. 
 
Beden bir araçtır. Beden ıslak bir hacim.

Dolgun göğüslerin bir kadına avantaj olduğunu da düşünmüyorum. Çoğu zaman dezavantajdır bu. Nereden baktığına bağlı. Hatta dolgun göğüslere dikkat kesilen bir erkek, kadının zekasını, yeteneklerini görmezden gelir -ya da aşağılar- bir noktada. Bir erkeğin de büyük bir penise sahip olması onun, farklı konularda kendini geliştirmeye gerek duymayacak ölçüde bir özgüveninin oluşmasına neden olabiliyor. İçi boş bir özgüven bu. Avantaj addedilen şeylerin ikircikli bir yönü var kısacası.

Ama beden ayrıca bir afrodizyaktır da. Fakat yine bedenin, istekleri gerçekleştirmek uğruna kullanılan bir nesne olduğu gerçeği ortaya çıkıyor.

Beden, ruhun eylemine konuk olur. Ruh, öznedir. Üstelik özne olması yapısına da aykırıdır. Ruh, doldurulabilir bir boşluktur ve yaşayışına, yediğine/içtiğine, okuduğuna, izlediğine göre dolar bu boşluk. Hayatının gidişatı, hangisini doldurduğuna bağlı olarak gelişir. Beden de doldurulabilir. Ama ben ruhu bedenden üstün tutarım ve ona hizmet ederim. Zamanla o da bana hizmet eder.

Zor olan, bu ikisini de doyurabilmek. Aynı anda.

Bu, pek az görüldüğü için insanlar güzel ve aptal, zeki ve çirkin kalıplarını yarattılar. Dünyada en çok zeki ve çirkin insanlar, güzel ve aptal kadınlar var.

Böyle soruları bilimsel bir temele oturtmaya çalışarak durumu çok ciddi bir konuymuşcasına değerlemek bana pek bir manasız geliyor. Bergson’un Platon’un beden ve ruha ilişkin ne dediklerini biliyor olmak, bana sadece farklı bir kapı açar ama cevabı vermez. Cevaplar her zaman kişiseldir.

Başkalarının tefsirlerine göre yaşamayı sevmiyorum. Yeni bir anlam yaratmak/ yaratmaya çalışmak daha verimli oluyor.

Tabi bu mümkünse.

Ekim 16, 2014

Taş

İnsan sevmiyorum.

Tüm bu egosantrik zırvalıklar başımı ağrıtıyor artık. İşin kötüsü duyarsızlaşamıyorum da. Yüzümdeki ifadeyi kilitleyip günboyu onunla dolaşamıyorum. Çevremde ve dünyada olan bitenlere karşı iki jest bir mimik, facebookta bi atarlı cümle, twitterda üç beş hashtagle cevap veremiyorum. Bununla yetinemiyorum. Bununla rahatlayamıyorum. Bununla vicdanımı dindiremiyorum.

İşte bu hengamede sevmek/sevilmek için takla atan insanları anlayamıyorum. Bunun için zaman harcamalarına, kendilerini hırpalamalarına, kendilerini beğendirme çabalarına kızıyorum. Ki sevmek dediğim sevişmek, hatta bir deliğe girmekten ibaret çoğu için. Bu deliğe girebilmek adına kitaplar okumak, filmler izlemek, müzik dinlemek, bir şiir ezberlemek, entelektüel olmak ve tüm bunları o deliğe girmekte bir merdiven olarak kullanmak. Önce bir adım, sonra iki adım, "Kürk mantolu madonna mı, tabi ki başucu kitabım", üç, "Bence de ödül Dicaprio'nun hakkıydı.", dört, "Pink Floyd'a tapıyorum ya " beş, "İskandinav sineması favorim", altı...

Bingo!

"Yürümek" tabiri buradan çıkmış olsa gerek.

Bu yavşak düzene kızıyorum. Karşımdakine insan olmasından mütevellit insanca davranmanın, iyi niyetin ve kibarlığın, aptallık/saflık olarak addedilmesine kızıyorum. İşine gelmeyince de seni hemen bir genellemeye dahil eden insanlara hayıflanıyorum.

Omuzlarımda bir yorgunluk hissettiriyor bunlar bana.

"Ah kimselerin vakti yok
 Durup ince şeyleri anlamaya."

Boşluklar, boşluklar, boşluklar...

İçimizdeki boşluklar bizi böyle yapıyor. O boşlukları bir erkekle/kadınla doldurmaya çalışıyoruz. Seksle, futbolla, bilgisayar oyunlarıyla, müzikle, alkolle doldurmaya çalışıyoruz. Yanlış yapboz parçasını tablodaki boşluğa sığdırmaya çalışmaktan vazgeçip, boşlukları olduğu gibi bırakıp onlarla yaşamayı becerebilsek, bir adamı/kadını gerçekten sevmeyi, bir kitabı sadece kapağına bakarak değil, içindeki anlama eğilerek almayı da öğrenebiliriz belki.

Ama işte diyorum ya sanki tek derdimiz buymuş gibi.

İnsan ilişkileri, ayakkabının içine taş doldurmak. Kendini ağırlaştırmak ve yürümeyi zorlaştırmak.

Haziran 03, 2014

Karşı balkonda yaşlı bir teyze var, bildiğin balkonda yaşıyor. Sabah kalkıyor, akşama kadar orada radyo dinliyor, şarkı mırıldanıyor, gazete okuyor, çiçeklerini suluyor. O beş metrekarelik alanda kendine bir dünya yaratmış, oynuyor. Geçen gün onunla sohbet ettim. Pek güler yüzlü, tatlı dilliydi.

Şey dedi: Eskiden kötülük daha iyiydi.

Reklam